İslam ve Türkmenistan
Samaniler'in Türkmenistan sahasındaki hakimiyeti fazla uzun sürmedi. İran İmparatorluğu kısa sürede çözüldü. Asırlar boyu korkuyu doğudan beklerken, bir zamanlar küçümsedikleri insanların tebaası konumuna düşüverdiler. Müslümanlar, İran'ı elegeçirdiklerinde Hz. Muhammed'e ilk surelerin geldiği tarihin üzerinden sadece 27 sene geçmişti. İslam'ın ortaya çıkışı ve yayılması çok hızlı gerçekleşmişti. Oysa, İbrani, Musevi, İsevi inançların küçük bir toplum tarafından benimsenmesi yüz yıllar almıştı. Romalılar Hıristanyanlığı kabul ettiklerinde ortada gerçekliğine inanabilecekleri Hz. İsa'ya dair birkaç sayfalık metin bile kalmamıştı. İslam ise ilan edildiğinin 22. yılında neredeyse yarımadanın tamamına yayılmıştı. Ancak, bu o kadar kolay olmadı. Başta peygamber olmakla onun safından yürümeye istekli olanlar bu 22 senelik süreç içinde büyük ödünler vermiş, yurtsuz ve barksız kalmış, ağır ve ızdırap dolu yıllara göğüs germişlerdi. Onların azmi bu inanca destek sağlamış, Arap kabileleri birbirlerinin peşi sıra Müslüman olmuşlardı. 635, 636, 637 yıllarında tam üç kez İran Şah orduları Müslümanlara yenildiler. Artık, ellerinde savaş meydanlarına götürecek asker kalmamıştı. İki sene sonra İran'da Zerdüşt mabedlerinde yakılan ateşin yerini ezan sesi almıştı. 651 yılında Arap orduları Herat'ı ellerine geçirdiler. 652 yılında ise Baktrya'ya girdiler. Birkaç ay sonra Arap orduları Ceyhun nehrine ulaşmışlardı. Ancak onların ilerleyişini yine kendileri durdurdular. Hz. Ali'ye karşı açıktan açığa cephe alan Muaviye, devam eden dört yıllık iç çekişmelerin ardından Emevi kimliği ile halifelik tahtını ele geçirdi. Böylece, 661 yılında İslam'ın ilk devleti Emevi Hilafeti kurulmuş oldu.
Arap fetihlerinin rüzgar gibi estiği sıralarda Türkmenistan sahası üç veya dört etnik grubun yaşadığı Sasaniler'in kontrolünde bir ülkeydi. Balhan çevresinde Töles kavimleri oturmaktaydılar. Bunlara Sul deniliyordu. En güçlü dönemlerini yaşayan Sullar buradaki Hyon, Saka gibi diğer unsurları da saflarına alarak Dehistan sahasını içine alacak kadar genişlemişlerdi. Merv sahasında Saka ve Ak-Hun karışımı topluluklar barınmaktaydılar. Aralarında İran kökenli kavimler de bulunmaktaydı. İran kökenli topluluklar daha çok Ceyhun boyunca uzanan kasaba ve köyleri işgal etmişlerdir. Bu da-ha sonra Arapların da uygulayacakları gelenekleşmiş Sasani politi-kasıydı. Sasaniler sınır kasaba ve köylerine silahlı grupların muhafaza ettiği küçük garnizonlar inşa ederek çevresine merkezi yönetimin sadakatından emin olduğu aileler göç ettirtmekteydi.
Barthold, İran'da olduğu gibi Maveraünnehr'de de hakim sınıfın dini Zerdüştlilik idi, demekle belki de bölgeye Sasaniler tarafından yayılan İran hanedanına bağlı göçlerden söz etmektedir. Ayrıca, Zerdüşt inançlarının buradaki yerel kesimlerce de yaygın olarak benimsendiği bir gerçektir. Yani, Arap fetihleri sırasında Türkmenistan'daki etnik yapı üzerinde pek az oynanmıştır.
Muaviye'nin iş başına gelmesinden sonra Arap fatihleri fetihlerine kaldıkları yerden devam etmeye başladılar. Abdullah b. Amir'in Küfe valiliği sırasında Abdullah b. Semûra Sicistan'a vali olarak atanmıştır. Abdullah'ın komutasındaki Müslüman birlikler kısa sürede Büst ve Zeran'ı ele geçirerek Gazne sınırlarına kadar ilerlediler. Karşılarında kaydadeğer bir gücün olmadığı gün gibi aşikardı. İran merzubanları birbirlerinin ardı sıra Araplarla anlaşmalar yaparak, bir anlamda kendi çıkarlarını da korumak amacıyla İslam'ı benimsemekteydiler. Abdullah'ın emrindeki küçük bir askeri birlik başlarında Abdullah b. Sevvar'la Hint hududunu içe doğru epeyce katetmişlerdi.
Hicretin 51-56 (671-676) yıllan arasında Afganistan ve Türkistan'ın önemli bir kısmı Emevi Hilafetinin idaresinde bulunmaktaydı. Bu dönemde Buhara'nın İslam sınırları içine katılması Ceyhun bölgesinin, Merv ve çevresinin Müslüman idaresi altına geçtiğini göstermektedir. Nitekim, h. 54 (674) yılında Horasan valiliğine atanan Ubeydullah b. Ziyad Ceyhun'u aşarak Necef ve Baykent şehirlerini ele geçirmiş ve sonraki birkaç yüz yılda Orta Asya'da en büyük hasımları olacak Türklerle çetin savaşlar yaparak bol miktarda ganimet sağlamıştı. Araplar'ın bu ilk gelişleri belirli ölçüde memnuniyetle karşılanmıştı. Çünkü, Arap yöneticiler Sasaniler döneminde toplatılan çeşitli ve ağır vergilerden büyük ölçüde kurtulmuşlardı. Araplar'ın aldığı vergiler az ve düşük olmasına karşı, bazı koşulları ağırdı. Gayr-i Müslimlerden alman vergilerden kurtulmak için İslam'ı gönüllü benimseyenlerin sayısı hızla artmaktaydı. Ancak, bu başarılı siyaset fazla uzun sürmedi. Muaviye'nin uyguladığı devlet siyaseti ve onun bu politikasını benimseyen varisleri, yöneticilerle halk arasındaki ihtilafların su yüzüne çıkmasını sağladı.
Araplar sosyal dengeleri her zaman için kendi ellerinde tutmaya çalışıyorlardı. Bu amaçla siyasi yatırımlarını çok hassas dengelerden yana yapmaktaydılar. Ticarete yoğun bir teşvik vardı, ayrıca Müslüman kimlikli tüccarlara büyük avantajlar sağlanmaktaydı. Öte yandan Orta Asya kervan yollarının transit geçiş merkezi olduğundan büyük getirişi bulunmaktaydı. V. V. Barthold, "Zengin aristokrasisinin, Çin ve diğer memleketlerle yapılan kervan ticareti sayesinde zenginleşmiş olan tüccarların hususi bir mevkiye sahip olduklarının anlaşıldığından" söz etmektedir.
Sadece Sogdlu tüccarlar eskiden beri Türklerle İran ve ardından Araplar arasında ünsiyetin sağlanmasında aracı olduklanndan dolayı konumlannı korumayı başarmışlardı. Nitekim, belli bir süre sonra bu görevi de Müslümanlar kendi tekellerine alacaklardı. Narşahi ise tüccarların geniş arazilere ve şatolara sahip olduklarından söz etmektedir.
Ancak, Araplar'ın bölgede rahat biçimde tutundukları söylenemez. Kendi bağımsızlıklarından vaz geçmeyen Maveraünnehr Türk topluluktan dini, siyasi, sosyal, ekonomik ve diğer nedenlerden olsun Araplar'a karşı ciddi bir mücadele vermekteydiler. Bu yüzden Araplar Türkmenistan'ın ötesinde bulunmayı kendileri açısından pek güvenilir saymıyorlardı. Zira Türkmensitan sahasında da pek güvende oldukları kabul edilemez. Dehistan ve Balhan bölgesinde faaliyet gösteren Sullar sık sık sınırı aşan ve Araplar'ı tedirgin eden saldırılarda bulunmaktaydılar. Semerkand hakimi Gürek, Çin sarayına gönderdiği mektupta yaklaşık otuz beş yıldır Araplar'la savaştıklarından söz etmektedir.
Arap valileri bu yüzden ana karargahlarını Merv ve Belh'i de içine alan Horasan'da kurmaktaydılar. Araplar Orta Asya ile tanışantıktan beri ilk kez Horasan valisi Selm b. Ziyad zamanında (681-683) Ceyhun nehrinin ötesinde konaklamaya cesaret etmişlerdi. Taberi, Orta Asya hakimlerinin her yıl Harezm yakınlarında bir toplantı yaparak Araplar'a karşı müşterek hareket etmek konusunda anlaşma sağladıklarından söz etmektedir. Horasan ve Merv çevresinde de durum pek parlak değildi. Bu dönemde Emevi halifelerinin isteği doğrultusunda buralara çok sayıda Arap aşiretleri yerleştirilmişti. Bunlann bazılan Emevi idaresinden memnun olmayanlardı ki devlet içinde bir huzursuzluğa neden olmamaları için zorla buralara getirtilmişlerdi. Ancak bunlara siyasi ve ekonomik bakımdan büyük avantajlar sunulmuştu. Aralarına devlete sadık aşiretler yerleştirilmiş, üzerlerine de merkeze bağlı bir vali atanmıştır. Kabileler arasında Arap yarımadasında geçerli olan geleneksel kan düşmanlığı buralara da yansımıştı. Selm b. Ziyad döneminde bu kabileler arasında keskin ihtilaflar patlak verdi. Her aşiret bir komşusuyla savaşacak kadar işi iyice abarttılar. Sonunda bu çekişmelerden Kays kabilesi muzaffer çıkıp, liderleri Abdullah b. Hazm bölgenin valisi konumuna geldi. O kendi adına sikke bastırtacak kadar rahat hareket etmekteydi.
Kaynakça
Kitap: HAZAR ÖTESİ TÜRKMENLERİ
Yazar: EKBER N. NECEF ve AHMET ANNABERDlYEV