TEREKEME FOLKLORÜNDE GÖK DİNİ VE ŞAMANLIĞIN İZLERİ
İslamiyet'den önceki Türkler Gök tanrıya inanırlardı. Tüm evreni saran mavi renkli sonsuz boşluğu tanrı olarak algılayan Türkler, bu sonsuzlukta beliren Ay, Güneş ve yıldızlar ise tanrıya çok yakın kutsal ve gizemli varlıklardı. Bu nedenle eski Türkler Ay ve Güneşe saygı ve hürmet gösterirlerdi. Yine büyük dağlar ağaçlar sular ve Ormanlarında ruhları olduğuna inanılır, insanların yaşamı üzerinde etkili olduğu düşünülen bu ruhları hoşnut etmek için Kurbanlar kesilirdi.
Gök tanrı'nın yanı sıra bu ikinci derece kutsal varlıklara Yer-Su'lar denilmekte idi. Türkler uzun zaman evreni kuşatan sonsuz maviliği maddi bir varlık gibi düşünmüşlerdi. Bu maddi vahdaniyet anlayışının Göktürkler döneminde manevi vahdaniyete dönüştüğünü görüyoruz.
Nasılki tek tanrılı ve kitaplı semavi dinlerde inanılan bir tek tanrının yanısıra peygamberler, melekler kitaplar aziz ve evliyalara saygı duyuluyorsa Gök Dininde'de Ay Güneş ve yıldızlar ile Yersu'lar tanrı değil, saygı duyulan ikinci derecede varlıklardır.60 Şamanlık Türklerin ulusal inancı değildi ve Türkler arasına sonradan girmiştir. Bilhassa Altaylar'da Gökdini ile beraber yaşamıştır. Fakat Şamanlık hiç bir zaman Gök dininin özelliklerini bozmamış bir bakıma sihir ayin ve büyü gibi folklorik boyutta kalmıştır.
Göktürklerin batı kanadında yayılan Manizm ve İran kökenli ateş kültü ile Uygurlar arasında gelişen Budizm bile Gök inancı ile kolayca uyuşmuşlardır.
Türklerin Gök Tanrı'ya ve kutsal yer sular'a kurban kestiklerini biliyoruz. Bu yersuların bazılarına kurban kesmek için mutlaka bir hayvan öldürmek gerekmezdi. Örneğin büyük ağaç ve ormanlara bağlanabilecek bez, saç ve at kılı gibi eşyalarda kurban sayılırdı. Hatta ulu bir dağın ruhunu hoşnut etmek için bazan o dağa bir taş atmak yeterli sayılırdı.
Bugün Anadolu'da bazı yaşlı ve ulu çınarların dallarına bezler bağlanması geleneği İslam öncesi Gök Dini ile ilgilidir. Türkler Müslüman olduktan sonrada binlerce yıllık geçmişi olan bu gelenekler unutulmamış İslami bir makyajla yaşamaya devam etmiştir. Bunun en önemli sebebi Türklerin dağınık yaşamaları ve merkezi bir eğitim sisteminin bulunmayışı idi. Bu nedenle Kent ve kasabalarda medreseler kanalı ile halk İslamiyeti özüne uygun biçimde kararırken yarı yerleşik Türk oba ve oymaklarında iletişim ve ulaşım olanaklarının yetersizliği nedeniyle İslam ile gerekli diyalog kurulmamıştır. Dolayısı ile bu yeni dini kabul ederken yöresel kültür değerleri de önemli bir rol oynamıştır.
Altay Şamanlığına ilişkin bazı motiflerin izlerini, uzun süre yarı yerleşik yaşam süren Terekemeler arasında görmek mümkündür.
Asya Hunlarında, Göktürk, Uygurlar ve diğer boylarında Gök inancı çok derin izler bırakmıştır. Bilhassa Ay ve Güneş'in Türk boy ve obalarında saygın bir konumu vardır. Güneş ve Ay'a duyulan bu derin saygı binlerce yılı aşarak günümüze kadar gelmiştir. XX. yüzyılın başlarında Kür boyu Terekeme oymakları Müslüman olmalarına karşın Ay ve Güneşe yemin ederlerdi. "Gün hakkı için" diye başlayan yeminler bize binlerce yıllık bir geleneği hatırlatırlar. Yine bu oymaklarda Gün ve Ay insansı bir kimlik kazanmıştır. Örneğin Güneşin kız Ajan da oğlan olduğuna inanılırdı. Ay Güneşe aşık olup devamlı onu kovalar bir türlü yakalıyamazdı. Bir gün Güneş yerden bir parça çamur alıp Ay'ın yüzüne atarak ona kızdığını belirtmek istemiştir. İste Ay'ın yüzünde görülen lekeler o günden kalmadır. Yine başka bir rivayete göre Güneş bir Kara deve aşıktır. Bu dev zaman zaman Güneş'in yolunu kesmek için önüne çıkar. İşte o zaman Güneş tutulması olur. Bu nedenle silah atarak teneke çalarak yada başka bir biçimde gürültü yaparak devi uzaklaştırmak isterler. Çıldır ve Arpaçay yörelerinde anlatılan bir başka rivayettede Ay yaramaz ve afacan oğlan çocuğudur. Bir gün annesini kızdırır, anneside hamur işi ile uğraşıyormuş yaramaz oğluna bir tokat vurmuş annesinin eli unlu olduğundan izi Ay'ın yüzünde kalmış. Bugün Ayda görülen lekelerin sebebi bu fakatın izidir.
Bu tür inanç ve gelenekler XIII. yüzyıllarda halk arasında ciddiye alınır ve değer verilirdi. Fakat aradan zaman geçtikçe bu inançlar eski ciddiyetini kaybetti. Bundan yirmi otuz yıl evveline kadar Ay yeni doğduğu zaman ona selavat getirmeden bakmak günah sayılırdı.
Zengezur, Şirvan Karabağ Nahcıvan ve Kars'ın Terekeme köylerinde gök ile ilgili gelişen inançlarda, birer yerleşim birimini anımsatan ifadeler kullanılır. Örneğin gök ve yerin yedi kat olduğu gökteki katlarda iyi ruhlar ve melekler otururken yer katlarında ise cin, şeytan dev ve ifritler gibi kökü yaratıklar barınır Halk arasında anlatılan bazı masallarda kahramanlar yer altı katlarına inerek türlü serüvenler yaşarlar. Başka bir inanca göre Hızır ve İskender ölümsüzlük şerbetini bulmak için yeraltının karanlık dünyalarında geziye çıkarlar. Hızır şerbeti bularak içtiği halde İskender bunu başaramaz. Bu nedenle Hızır Sonsuza kadar yaşıyacak ve gerektiği zaman insanlara yardım edecektir.
Tüm bu inançlar binlerce yıllık geçmişi olan Gök Tanrı ve yer-su kültlerinin günümüzdeki izleridir. Gök ve yerin katmanlar halinde olmasına ilişkin inanışlar Gök Dini'ndeki yaratılış ve evran anlayışına çok uygundur.
Türkler arasında ateş kültü ve ateşe saygı İran Mecusiliği ve Altay Şamanlığı etkisi ile gelişmiştir. Altay Şamanlığın'da Tanrı insanlara et yemelerini emrettikten sonra Kutsal varlık Ülgen iki çakmak taşını birbirine vurarak ateş yakmayı insanlara öğretti. Bu nedenle çakmak taşı ile yakılan ateş kutsal ateş olarak bilinip benimsenir. Moğol ve Yakutlarda yeni evlenen çiftler evlerindeki ocağı ilk kez kav ve çakmak taşı ile tutuştururlar. Bu hareketin aileye mutluluk getireceğine inanılır. Evde yanan ocak zamanla tüm ailenin geleceğinin ve mutluluğunun simgesi haline gelmiştir. Yanan ocağın aniden sönmesi uğursuzluk belirtisidir. Yine Göktürklerde ve Kıpçaklarda ateşin temizleyici arındırıcı ve tedavi edici özelliği olduğuna inanılırdı.
VI. yüzyılda Göktürklerin batı kolunu ziyarete gelen Bizans elçisi yanan iki ateş arasında geçirilmişti. Bu adet uyulması gereken bir protokol usulü olarak bir çok Türk devletlerinde yıllarca yaşadı. Bunun amacı gelen kişinin kalbindeki her türlü kötülük ve fesadın kutsal ateş tarafından temizleneceğine olan inançdı. İşte kısaca tanıtmaya çalıştığımız ateş kültürünün günümüze kadar gelebilmiş izlerini Müslüman Türklerin çoğunda görmek mümkündür.
Terekemeler genellikle yanan bir ocağa su dökerek söndürmeyi uğursuzluk sayarlar "Ocağım yıkıldı" "evin ocağın yıkılsın" gibi zaman zaman kullanılan sözlerde ocak, ev ve aile mutluluğunun tümünü içeren bir kavram olarak kullanılmaktadır. Bazı kadınlar hasta bebeklerini iyileştirmek için bir bezi tutuşturak çocuğun başı etrafında dolandırdıktan sonra "ağrım uğrum dağlara taşlara" diyerek ateşin arındırıcı gücünden yararlanmak isterler.
Kaynakça
Kitap: KARAPAPAK VE TEREKEMELERİN SİYASİ VE KÜLTÜR TARİHİNE GİRİŞ
Yazar: Orhan YENİARAS