PKK'ya Darbe
Hiç konuşmadan, bakışlar bir noktaya sabitlenmiş düşünüyor ve sonumuz geldi diyordum içimden. Ne yapacaktık Allah'ım? Yavaş yavaş özel timin üzerinde doğru ilerliyordu patlayan havan mermileri, belli ki göremediğimiz birileri uzaktan yapılan atışları gözetliyor ve düzeltme vererek atışları özel time doğru yönlendiriyordu. 50 metre dedim içimden, 50 metre, bir kaç saniye sonrası timin yok olması işten bile değil. O anda düşünceleriniz hayale dönüşüyor ve bir sonraki ya da daha sonraki merminin özel timin üstüne düşeceğini görüyorsunuz; korkunç bir gürültüyle patlayan bir havan mermisi ve şehitler...
Bazen ölümü yaşamak beklemekten daha kolay geliyor insana. Bir anda ölmek ne ki aldığınız her nefesteki ölümün acısının yanında. Ölmeyi istediğim anlar da çok oldu, öldüren düşüncelere bu canın dayanamadığı çok anlar oldu, kimseye söylemedim. Ölmekten korktuğum için değil kendimi düşündüğüm için değil, bu vatan var ya bu vatan, bir de yanında evlatları, bir de Şemdinli boylarında her ikisi de size emanet edilmiş ise eğer, işte size uğruna ölmek için çok neden... Telsiz anons ediyor; İran havan topu atıyor diye. Siz düşünüyorsunuz o anda, o anda atılan bir topun askerinizin üzerine düşeceğini düşünüyorsunuz, işte ölmek için daha başka ne sebep arayacaksınız ki, yetmez mi ölmek için bu düşüncelerin şiddeti?
İran çok gerilerden havan mermisi atıyordu bizim timlerin üzerine hem de peş peşe. Neydi bu, savaş mı açıyordu İran? Ne sanıyordu bizi, birkaç havan atışıyla korkup kaçacak mıydık, öyle mi düşünüyordu? Ama ya timin üzerine bir mermi düşerse? Ya şehit olursak?
Komutanım, son havan mermisi, 50 metre!
Birden irkildim. Bir an çaresizliğin kıskacına düştüm. Bir anda bir boşluk sardı her yanımı hem de simsiyah. Her şeyin anlamını yitirmiş olduğunu düşündüm bir an. Hiçbir şeyin anlamı yoktu artık, her şey bitti dedim, yaşam bizim için bitti artık diye derin iç geçirdim. Ardımızdan ne düşünecekler acaba, diye aklıma geldi önceki sorular hem de peş peşe. Bu harekata vatan evlatlarını koruyabilmek için karar vermiştik, onları öldürmek için değil ama bizi bu tehdidin içinde yalnız bırakanlar nerden bileceklerdi ki bunu? Hain mi diyeceklerdi yoksa bizim için? Belki de işgüzar derlerdi diye düşündüm; ne işi vardı orada, bir tek onlara mı kalmış bu iş, kahraman olmak istediler şüphesiz, kahraman olup şan şöhret ün kazanmak! Bir an içim sızladı, gerçekten ardımızdan bunu söylerler mi dedim acıyla. Ya ailem, çoluk çocuk? Onları da suçlarlar mı acaba, diye düşünmekten korktum. Pek varlığımız da yoktu. Devlet var dedim, ordu var, ahde vefa var. Olacaklar sarstı beni, askerlerim aklıma geldi, ateş altındaki askerlerim.
Ardını düşünmeden karar verdim ve Ateş dedim ateş, bir bir 120'lik havan mermileri İran'ın on kilometre içine düşmeye başladı, aynı anda Özel tim komutanına çok kısa bir cevap verdim:
İran'a ateş ediyoruz evlat. 120'lik havanlarla ateş ediyoruz, kendinizi koruyun.
Havancı erler hiç durmadan çalışıyordu. Bir atış tamamlanmadan ikinci havan mermisi ele alınıyor, biri yere düşerken ikincisi havalanıyordu. Ne kadar sürdü bilmiyorum. Hala ateş geliyor mu, diye sordum. Azaldı komutanım, dedi tim komutanı.
"Devam edin" dedim, "durmayın devam edin, ateş edin."
Havancılar olağanüstü bir gayretle işlerini yapıyorlardı. Onlar da farkındaydı durumun. İran askeri özel timi ateş altına almıştı. Bizim İran'daki varlığımızı üstlerine haber veren herhalde Muhammet'ti başkası değil. Sabahleyin şiddetli bir çatışma İran topraklarında başlayınca komutanları elbet Muhammet'e sormuştu, neler oluyor orada diye. O da mecbur kalmış anlatmıştı bir bir; yanma geldiğimizi, sınırı geçtiğimizi, çatışmaya girdiğimizi. Çaresi yoktu ki, emrindeki askerler de görmüştü bizi. En basit bir mantıkla dahi anlamıştılar durumu, anlamıştılar ne yaptığımızı. Muhammet'e kızmıyorum; mecburdu, söyleyecekti olan biteni ve de söylemiş olacaktı ki İran'ın havancıları bizi ateş altına almışlardı. Yoksa yerimizi nerden bilecektiler? Yanımdaki havanlar durmaksızın ateşe devam ediyordu ve İran'ın derinliklerinden belli belirsiz bir patlama sesi geliyordu, hissediyordunuz patlamaları. Tim ne yapıyor, bu ateşler işe yaradı mı, neler oluyor İran'da diye düşüncelerimle kendim kendimi yiyorum ama elim telsize gidip de tim komutanına soramıyorum bunları çünkü kötü bir haber almaktan korkuyorum.
Ne kadar bir süre beklediğimi bilmiyorum ama bir anda telsizle konuştuğumu duydum:
Durum nedir, bir değişiklik var mı?
Nihayet sormuştum istemediğim halde, onların doğrudan cevabını bana söylemelerini beklediğim soruyu nihayet sormuştum. Sormak zorundaydım, bilmek zorundaydım orada ne olup bittiğini, acı bir haber yüreğimizi vursa da bilmeliydik çünkü iki seçenek vardı bizim için; ya şehit vermiştik, Alan'daki tüm askerlerle bir daha dönmemecesine İran'a girip tüm PKK'lılar yok oluncaya kadar son nefesimize kadar çatışacaktık ki buna İranlılar da dahildi, ya da şehidimiz yoktu hemen geri çekilecektik, iki seçenek.
Tekrar sordum:
Bizde bir şey var mı? Bizim zayiatımız var mı?
Yok komutanım yok, biz iyiyiz.
İran ateşi kesti mi?
Ateşler kesildi komutanım artık emniyetteyiz.
Son mermi atıldığında sordum havancılara kaç havan topu attığımızı, 36 dedi nişancı. Demek bir anda 36 tane 120'lik havan topunu İran'ın on kilometre içine atmışız farkında olmadan.
Dönün, acele geri çekilin, dönün.
Anlaşıldı komutanım.
Döndüler, kahramanlarımız döndüler. Karakol bayram yeri gibi, kucaklaşmalar, sarılmalar, o ne coşkuydu bilemezsiniz tarifi zor anlatımı zor. Tim komutanı başlarından geçeni anlatıyor, Komiser Mahmut anlatıyor, bir yandan dinliyorum bir yandan mutluyum ama belli edemiyorum, sesim çıkmıyor, gururluyum. En çok da Dumanlı'dan inip Kralın Kızına çıkarken nasıl ateş altında kaldıklarını anlattılar. Bir astsubayımız tüfeğini gösterdi; kurşun bakalit olan dipçikten girmiş, sıyırmış boylu boyunca dipçiği ve tabandan çıkmış. Ceketini çıkardı, sırtını gösterdi; kurşun ensesini sıyırmış, omur kemikleri boyunca sıyırarak tenini yakmış ve bel kemiği hizasından çıkıp gitmiş, yüreğim yandı. Kimin elbisesinde kiminin silahında, baktığınızda her birinin bir köşesinde ne denli ağır bir ateş altında kaldıklarının bir izi var, görüyorsunuz ve içiniz yanıyor ama mutlusunuz çünkü hepsi sağ, hepsi hayatta.
Osman Paşama raporumuzu verdik, hepsi gurur duyuyordu kahramanlarımızdan, anladım gördüm bunu. İran'a gelince, çatışmanın ertesi gününde görüşme talep etti, gittik Yüksekova'ya. Bir yıl öncesi İran'dan gelen teröristlerin nasıl bizi şehit ettiğini sert bir dille yeniden anlatarak konuya girdik. Sesleri pek çıkmadı, onlar da biliyordu neden İran'a geçtiğimizi ve neden çatışmaya girdiğimizi ama görüşme tutanaklarında yoktu bu yazdıklarım. Havan atışlarına gelince ne onlar kabul etti bunu ne de biz, defter kapanıp gitti her zaman ki gibi ve tetiği ilk çeken kazandı tıpkı geçmişteki yaşadıklarımızda olduğu gibi.
Bu çatışma sonrası Osman Öcalan denen peşmerge damadı katil Alan'da görev yapan askerimizin peşini hiç bırakmadı, her gün mayın döşediler karakol yoluna, biz bulduk imha ettik ama mayından vazgeçmediler hiç. Epey bir zaman geçti aradan, tayinim çıktı. Bir gün komando taburu yemek veriyor bize uğurlamak için. Tam o gün yeniden geldi teröristler Alan'a baskın yapmak için ama başaramadılar, gerisin geriye dönüp gittiler. Bu harekatla biz şehitlerimizin intikamı aldık, hep birinin hesabını sorduk ve hesabı ödettik ama şimdi devir döndü devran değişti Hakurk alan sorumlusu ve 74 askerimizi katili Osman Öcalan'ın, şimdi bize peşmerge damadı diye düğünü gösterilir oldu. İçimize sindiremiyoruz bunu, sabrediyoruz ve gün gelir hesabı sorulur diyoruz.
İşte İran'la hesaplaşmamızın, güvendikleri dağlarda teröristlerle geçen çatışmalarımızın sonu buldu ve Mehmetçik tarihe şanla yazılmış kahramanlığını bir kez daha gösterdi. Şimdilerde Mehmetçiğin kahramanlığını tekrar tekrar duymaya çok ihtiyacımız var. Yahuda'nın üçlü çuval operasyonları çok yaktı bizi çok. Biz bu anılar içerisinde kaybolduğumuz şu günlerde ABD'nin istihbaratı ile yapılan hava harekatı yeniden başladı ve uçaklardan atılan bombalar Irak kuzeyindeki dağlarda yeri göğü inletmeye başladı. Sandık ki ABD dost, PKK müşterek düşman ve terör bitiyor...
Kaynakça
Kitap: SON HAREKAT
Yazar: Erdal Sarızeybek