Alman Vakıfları, Leyla Zana ve Gül
Abdullah Gül, Ankara DGM'de laik düzeni yıkmak suçlamasıyla haklarında dava açılan Alman Vakıfları hakkında, yargılama devam ederken, açılan soruşturmalar için geçmiş hükümeti sorumlu tutuyor, bu vakıfların Türkiye için olumlu çalışmalar yaptığını söyleyebiliyordu.
Oysa Alman vakıflarının ileri gelenleri, Orduya hakaret etmiş, insanlarımızı kamplara ayırma çalışmalarına girmişlerdi. Abdullah Gül, Başbakanlığı zamanında Avrupalılara, Leyla Zana ve arkadaşlarının durumlarını en kısa zamanda düzeltme sözü veriyor, PKK'lılara bayram yaptırıyor, çok geçmeden Zana ve arkadaşları tahliye ediliyordu.
Mayıs ayı sonları ve haziran ayı başlarında cezaevinde bulunan ve PKK'ya yardım ve yataklıktan hükümlü eski DEP mil letvekillerinin tahliye edilecekleri başta Hürriyet olmak üzere bazı basın ve yayın organlarında yoğun bir şekilde işlenmeye başlıyordu. PKK'ya silah ve eleman temin eden terörist ülke Almanya'nın milletvekili cezaevi kapısına tekme ve yumruklarla saldırarak çığlıklar atıyordu.
25 Eylül 2003 tarihinde Almanya'ya giderek, Türkiye'nin doğusunda Kürt devleti kurulmasını isteyen, Kıbrıs'ta da Ada'nın tamamının Rumlara kalması için Birleşik Kıbrıs çığlıkları atan Türk düşmanı Roth'a, Türkiye'deki gelişmelerle ilgili rapor veriliyordu. Rapor veren AKP heyetinde; Aksaray Milletvekili Ahmet Yaşar'ın yanında Cüneyt Zapsu da hazır bulunuyordu. Heyetteki bir diğer ilginç isim ise, Konrad Adenauer Vakfı Başkanı Wulf Schönbohm'du.
09.06.2004 tarihinde eski DEP milletvekilleri Selim Sadak, Leyla Zana, Mehmet Hatip Dicle ve Orhan Doğan hakkında tahliye kararını veren Yargıtay 9. Ceza Dairesinin üyelerinin Avrupa Parlamentosu'nun davetlisi olarak karardan yaklaşık on gün kadar önce Strazburg'a gittikleri ortaya çıkıyordu.
Daire Başkanı Hasan Gerçeker, üyeler; Şerif Erol, Neşe Seber, Mahmut Acar, Ekrem Ertugrul'un bu davet öncesi DEP milletvekillerinin tahliyelerine olumsuz baktıkları ancak gezinin ardından tahliye edilmelerinin demokratik bir hakları olduğu şeklinde konuştukları, DEP milletvekillerini yere göğe sığdıramadıkları öğreniliyordu.
Cezaevinden salınan DEP milletvekilleri HADEP Genel Başkanı ve başlarında Zana olduğu halde mitingler düzenliyor. PKK ile Türkiye Cumhuriyeti'ni aynı kefeye koyuyorlardı. 29 Haziran 2004 tarihinde kendilerine "Özgür Yurttaş Girişimi" adını veren bir gurup Apo'nun serbest bırakılması için imza topluyorlardı.
4 Temmuz 2004 tarihinde İstanbul'da PKK'nın kuduzları, başlan APO ile devletin diyaloga geçmesini, imralı cezaevinin pardon beş yıldızlı otelinin kapatılmasını istiyorlardı. Aynı gün, Adana ve Urfa'da da kuduran PKK'lılar Apo için özgürlük çığlıkları atıyorlardı.
Leyla Zana ve arkadaşları AB büyükelçilerine yemek veriyor, bu yemeğe Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ü davet ediyorlardı. Gül, bölücü terör örgütüne yardım ve yataklıktan hükümlü ve sanık olarak yargılanan sizler kim oluyorsunuz da böyle bir davet verebiliyorsunuz diyemiyor, kem küm etmekle yetiniyordu. Zana ve ekibinin verdiği yemeğe altı ülkenin büyükelçileri ile AB Türkiye temsilcisi Kretschemer katılıyordu. Öğle yemeğinden önce de PKK'ya silah desteği veren terörist ülke Almanya'nın Büyükelçisi, Zana ve arkadaşlarına kahvaltı sunuyordu. Bu olanlar sonucunda iyice coşan kanlı terörist "Cumhuriyet reformunu istiyorum" diyerek, paçavralarında; soy esaslı ulus kavramı yerine ülke esaslı ulus kavramının temel alınması, diğer dillerin anayasal güvenceye kavuşturulması şeklindeki hezeyanlarına devam ediyordu.
Bundan bir süre önce "Toplumsal Dönüşüm" yayınlarından çıkan, "AKPapa'nın Temel İçgüdüsü" adlı kitabımda eli kanlı terörist başının 58. Hükümetin başı olan Abdullah Gül'e yazdığı mektubu ve AKP PKK ilişkilerini yazmıştım:
"...15 Temmuz ve 26 Temmuz 1981 yılında yapılan PKK'nın 1. Kongresinde, bundan sonra yapacaklarını açıkla yan "Ağzı kanlı, gözü kanlı kuduz it" 30 bin insanımızın katle dildiği, binlerce asker sivil vatandaşımızın yaralandığı, sakat kaldığı bir süreci şu sözleri ile başlatıyordu; "Özellikle coğrafi koşulların, siyasi temelin, askeri araç ve gereçlerin, örgütlenmenin uygun olduğu alanlarda gerilla mücadelesi gündeme gelecek ve bu mücadele Kürdistan'da önemli roller oynayacak...
Partinin şiddete dayanan ve dayanmayan mücadele yöntemleriyle sağlayacağı siyasi gelişme ve bu siyasi gelişmeyi daha da hızlandıracak gerilla savaşı bir halk ayaklanmasına yol açacaktır...
Gerilla savaşı geliştirilmeden Kürdistan koşullarında siyasi sonuçlar alınabileceğini, siyasi amaçlara ulaşılabileceğini sanmak gülünç olur..."
Bu sözlerle kanlı terör eylemlerine başlayan PKK, 15 Ağustos 1984 yılında Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla saldırılarını geliştirmişti.
Kanlı terör örgütü PKK'nın elebaşısı, paketlenip Türkiye'ye postalandığının ilk anlarında "Ben Türküm, Türkiye'ye çalışmak istiyorum" diyordu. Sonra baktı ki, kendisine hiçbir şey yapılmıyor, padişahlarda bulunmayan lüks ve şatafat kendine sunuluyor, anında Alman aklına uyarak yine köpekleşmeye başlıyordu.
18.02.1999 tarihli Die Welt Gazetesi'nden Ansgar Graw; 1990 yılında Alman vatandaşlığına geçen ve Bonn'da ikamet eden şah döneminin Bonn Elçilik Müsteşarı Ali Ghazi, "bir çok kere dönemin Başbakanı Kohl'a Öcalan'ın şahsi mesajlarını getirdim" diyordu. Kohl da Öcalan'a milletvekillerini, istihbarat elemanlarını gönderiyor, Alman Devletinin imkanlarını ayaklarına seriyordu. Böylece uyuz it ile Akbaba birlikteliği daha da artıyordu.
Hamburg Üniversitesi Anayasa Profesörü Norman Phach; "APO'nun Türkiye'ye getiriliş şeklinin milletlerarası hukuk kurallarına aykırı olduğunu, mahkemenin adil olmayacağını, bu yüzden milletlerarası mahkemelerde yargılanması gerektiğini, DGM'nin ise milletler arası mahkeme standardında olmadığını söylüyor, BM Güvenlik Konseyi'nin davayı takip edeceğini, davanın Konseye kadar gidebileceğini" iddia ediyordu.
Andrea Bacınoğlu "Modern Alman Oryantalizmi" adlı ki tabının 183. sayfasında "Tehdit Altındaki Halklar Derneği" Başkanı Tilman Zülch'ün, Federal Alman Hükümeti ve NATO Üyelerinden, generallerimizin uluslararası mahkemede yargılanmalarını talep ettiğini belgeliyordu:
"Öcalan'la birlikte Türk Ordusu'nun generallerini ve önde gelen Türk politikacılarını insanlığa karşı suç işlemekten uluslar arası mahkemelere çıkarılmasını istiyorum, Zira Türk Ordusu da binlerce Kürdün katlinden, idamından haksız yere hapse atılmasından, işkencelerden geçirilmesinden ve kaybedilmesinden sorumlu tutulmalıdır..."
17.12.1999 tarihli Frankfurter Rundschau Gazetesi'nde Avrupa'nın girişimde bulunması isteniyor ve şöyle deniyordu:
"Türk hükümeti ve özellikle de subaylar sınıfı, eldeki bütün politik yollarla, Kürtlerle iç barışma, Kürt kimliğini tanıma ve Kürtlere eşitlik verme rotasına çark ettirilmelidir. Bu, geciktirilmeye tahammülü olmayan bir Avrupa görevidir..."
Die Zeit'ten Theo Sommer de, "Son taşkınlıklar, her şeyden önce şunu kanıtladı. Kürt sorunu çoktan bir Avrupa sorunu olmuştur. Tabi büyük ölçüde özel bir Alman sorunu aynı zamanda..."
Ve devam ediyordu Sommer:
"Anadolu'daki iç savaşın kendi topraklarımıza sıçramasını engellemek istiyorsak, Ankara'daki hükümet, Kürt çatışmasını istediği kadar kendi 'iç sorunu' saymaya devam etsin, biz Almanlar mutlaka müdahale etmeliyiz..."
Amerika Avrupa ve özellikle Almanya, ya da namı diğer Akbaba'nın sonsuz desteği ile biti kanlanan uyuz it ya da namı diğer Apo sağa sola mektuplar yağdırıyordu.
Bebek Katili İmralı'da verdiği ifadelerde:
Suriye'deyken Alman gizli servisinden Lummer'in kendisini ziyaret ettiğini, Alman gizli servisinden Grumlent ile görüştüğünü, yine bu elemanlarla birlikte bazı parlamenterler ve özellikle Steinbach ile bir araya geldiğini anlatıyordu. Akbaba'nın kuklası kuduz it, Almanya ile ilk ilişkilerinin 1980'lerde başladığını belirtiyor, Alman bayan parlamenterlerin kendisini ziyaret ettiklerini, destek verdiklerini de açıklıyor, Almanya ABD ve ingiltere'nin birlikte hareket edebileceğini de vurguluyordu.
Bu uyuz itin anlatımlarına göre yerli hayranları da oldukça fazlaydı; Siyasiler, sanatçılar, zengin işadamları, eğitimciler, medya gurupları, sol örgüt liderleri, siyasi partiler, dernekler, belediye başkanları dahil ilişkide olduğu bir çok insan vardı. Kendisine yakın olan siyasiler hakkında şöyle konuşuyordu. "1993'de gazeteci Hasan Cemal yanıma geldi. Bana İsmet Sezgin'den 'Üslubunu düzeltsin, hükümetin söylediklerini de fazla hesaba almasın' şeklindeki notunu getirdi..
Özal'ın ölümünden sonra Semra Hanım'a başsağlığı mesajı gönderdim. Sağlığında benim için söylediği 'Söyleyin ona yaptığın her şey yanlış değildir' bu söz beni çok etkiledi" Sanatçılar arasında; Ahmet Kaya, şirvan Perver, Gülistan, şahturna (bana MED TV'ye çıkmak istediğini ve yardımcı olunması yolunda mektup yazmıştı) bu sanatçılar yaptıkları programlarında ücret almaksızın MED TV ve diğer etkinliklere katılarak örgüte katkı sağladılar..."
Kaynakça
Kitap: Musanın Gülü
Yazar: Ergün Poyraz